Sıfır Günlüğü: Elçi -IV-
“Bunları hatırlaman mümkün değil.” Dedi nazik ses. Biraz durgun olduğunu hissetmişti ama bir şey demedi.
“Durgun değil sadece düşünceliyim.” elini gözün seçemeyeceği kadar ince şekilde işlenmiş bardakta gezdirdi.
“Anlaman gerekir ki bunu bir daha gerçekleştirmem mümkün değil. Göğün hali açıkça belli… O yüzden anlamalısın, hatırlamasan bile anlamalısın.”
Yutkundu, dinlemesi gerektiğini biliyordu ama her şey nasıl bulanıktı ve nasıl kesin çizgilerle ayrılmıştı. Etrafa bakmak midesini bulandırıyordu.
“ Başladı demek ki…” belirtti ses.
“ Anlamadım.” Dedi başını yerinde tutmaya çalışırken.
“ Evet, Anlamadın.” Bulanıklığın içindeki figür kafasını çevirdi. “ Nereye gideceğini biliyor musun?”
“ Hayır.” Diyebildi sadece.
Bu cevabı beğenmedi ses. Nazikliğin içinde umutsuz bir ton belirdi.
“ Gideceğin yerin neresi olacağını biliyor musun?”
“ Sanırım” dedi hafifçe.
“ Ne yapacağını biliyor musun pekalasında.”
"Sanırım... Evet diyebileceğim kadar da hayır diyebilirim." Sonunda soğuk his zirvesinden gövdesine kadar çatladı, ağlarla kaplandı zihni, saliselik bir farkındalık yaşadı ancak ne olduğunu söylemek için çok geçti. Bir saniye sonra oturduğu yerde kimse yoktu.
“Ölmemelisin.” dedi nazik ses. Ve havada asılı tedirginlik hiçbir yere dağılmadı.
………………..........
Başı ağrıyordu. Turuncuydu görüşü. Anladı ki gözlerini açamıyordu. Etrafını yokladı, kendini kaldırıp oturdu. Hafifçe araladı gözlerini, ormanı görüyordu ve uzundan içine yayılan gölgesini. Bekledi, bir şeyi, ne olduğunu bilmediği. Başının ağrısı çok keskindi, o kadar ki kendi bedeninde olmadığı hissini veriyordu ona, fakat fark etmesi mümkün değildi ağrının kendisinden dolayı. Birkaç on dakika sonra anladı ki beklediği şey sesti, hiç bir şey duyamıyordu. Bunu ona hatırlatan oynadığı çimlerin olmayan hışırtısı yada rüzgarın tenindeki gereksiz misafirliği değildi, çınlamaydı. Yüksek sesli ve istilacı çınlama. Oturduğu yerden kaldırıp dişlerini kıracak kadar sıktıran çınlama. Hayali ve gözlerini karartıp ele geçiren çınlama ve ciğerlerinin nefesten kesilmesine yol açan çınlama.
Tekrar kendini bulduğunda ilk duyduğu şey nefes nefese kaldığı idi. Başını yokladı, alnını hissedemiyordu. Yavaşça dirseklerinin üzerinde doğruldu ve ayağa kalkmak için hazırlandı.
“Ah… Güneş” dedi gerisini getirmedi. Kafası ışıktan izlerin bittiği yere çevrildi. Yerde duran çantaya uzandı, hafifçe dengesini kaybettiğinden durmak zorunda kaldı. Kumsala baktı ve kumsalda ona; onu onaylamıyordu, o da bunu biliyordu. Doğrulup arkasına döndü orman boyunca ilerlemeye başladı.
Kafasında bir soru vardı. Cayır cayır yanıyordu zihni, ilerlediği ağaçları aleve veriyordu geçtikçe, aynı göğsünden geçen şey gibi. Ama o sözü sarf etmemesi gerekiyordu, ettiği anda üstünden denize baktığı uçurma daha da yaklaşıyordu zihni. Bu uzun ve yorucu bir düelloydu ve basit bir kelimeyi zihninde yankılandırsa bile kaybedecekti. Hangisinin daha kötü olduğunu bilmiyordu kaybettiğinde yapabileceklerimi yoksa kazandığında devam edeceği yol mu? Bunun cevabı bile kendi içinde sorulmaması gereken şeyleri getiriyordu. Ve hayatının gerçekten dogma haline dönüştüğünün farkındalığına varmadan kendini sahili sıkıştıran dönüşün üzerinde buldu. "İleride ne vardı?" Sordu zihninin içinden bir ses.
“Duman” dedi sesinin altından. Beline iliştirdiği bıçağı çıkardı yavaşça, yüzüne pürüzsüz gövdesinden yansıyan güneş düştü fakat gözlerinde bastırılmış bir karartı geziyordu.
Ormanda iki kişi bekliyordu. İkisi de farklı şekilde birbirlerinin farkına varmışlardı. Biri daha çok acı çekmişti bunu anlamak için şüphesiz. Ateşi gözlüyorlardı, birisi ona bakmamaya çalışırken. Sıkılmaya başlamıştı, farkındaydı ki bu sıkıntı oldukça ölümcül bir durumdu fakat sadece yarım günlük bir çömelme ve zihninin de bastırdığı naçizane sorunun baskısı ona başka bir seçenek bırakmıyordu.
“Neredesin!” diye bağırdı ve birkaç saniye bekledi. Ağaçlar boyunda hiçbir hareketlenme olmadı. Bu daha rahatsız ediciydi ancak yerini belli etmiş olması muhtemel olduğundan yapacağı işten geri dönmedi.
“Bak!” dedi. “Çıkıyorum, sende çık neyse bu işi görelim!”
Onu cevaplayan sessizlik artık aklını yitirme çizgisinde olan bir adamın sanrılarıyla konuşmasını andırıyordu. Alnını sildi, fazlaca terlemişti. Çalılardan yavaşça çıktı, sırtını ateşe vererek kumsalın ortasına yürüdü.
“Bak! Buradayım, çık neredeysen!”
Çevresine bakınıyordu halen, arkasındaki ateş gölgesini önüne düşürüyordu. Elindeki keskinin işlemelerinin derinlerinden yükselen parlaklığı görmesini engelliyordu.
Çok hızlı oldu, kısa bir anda seçildi ve gözden kayboldu. Belki o kadar sıcak olmasa fark edemeyecekti bile. Tam da kayalıkların bittiği yerden çıktı, muazzam bir ivme ile ona yaklaştı. Elini kaldırdığında ve omzunu çıkartacak kadar büyük bir güç ile yere savrulduğunda yaşıyor olması şanstan başka hiç bir şeyle açıklanamazdı. Kolunu tutup doğrulmaya ve kamanın nereye uçtuğunu anlamaya çalıştı. Bir sıcaklık daha hissetti fakat bu sefer biraz daha yakındaydı, çaresiz bir hareketle kendini yakınında bulunan bir kayanın arkasına attı. Gövdesinin biraz yanından beyaz bir çizgi belirdi ve kaya kesin bir hamle ile delindi. Bunu gördüğü anda kamaya ulaşma kaygısı daha da arttı, gözü denize takıldı, hareketsiz sular rahatsız edilmişe benziyordu, üzerlerinde beyaz çizgiyi izleyen koyu bir buhar ve bir başkasının sona erdiği yerde fark edilecek kadar büyük bir “delik” vardı. Ortasında ise gümüşi bir parlaklık. Kendini bunun ne olduğunu fark etmeye kalmaksızın sulara attı. Arkasında bir sıcaklık büyüyordu, keskinin taşlamaları çok daha parlak gözüküyordu. Bunu fark etmesi ona bir şey kazandırmadı, hayatında düzgün silah tutmamış her insan gibi bozuk bir gard aldı ve gözlerini kapattı. İliklerine kadar işleyen ince bir duyu hissetti bütün sinirleri acı ile kaplandı ve suların içine savruldu. Omuzları ağrıyordu ve bıçak yine elinden kaymışa benziyordu. Gözlerini açtı suyun altındaydı yerde yatıyordu, çevresinde kırmızı renkli kan bulutları gezinmeye başlamıştı, uyluğunun altında keskin bir ağrı hissetti, denizin tuzu bıçağın üzerine kaydığında açılan yarasına yardımcı olmuyordu. Bir an ne yapması gerektiğini unutur gibi oldu, çok su yuttuğunu hissediyordu ancak kısa bir sıcaklığın ardından birkaç metre yanına saplanan beyazlık ona her şeyi hatırlattı. Etrafındaki sular tezlikle buharlaştı. Kendini yerde yatarken buldu, gözleri değişen bağlama alışamadı, bir figür ona yaklaşıyordu kırmızılar ve parlak bir beyazlığa bürünmüştü. Elinde uzun kılıca benzeyen gümüşi bir şey taşıyordu.
Yorumlar
Yorum Gönder