Sıfır Günlüğü: Elçi -II-
Bir kadın silueti seçiliyordu, uzak ve
unutulmuş bir yerin uzak bir köşesinde. Şekli sabit değildi ancak, buharlı bir
camdan çevreyi gözlermişçesine hareket ediyordu etrafı. Kendisi sakin adımlar
atıyor ve vücudu iyice yerine konmadan yürümeye devam etmiyordu. Birden durdu
kadın fakat çevresi durmadı ve duramazdı zaten. Bir ses işitti tasviri
kaybolmuş olan. Elini seçilmez bir şeye daldırdı, parlak ancak saydam ve renkli
renksiz, insan benzine şekil veren zihnine aşk vurduran, düşüncesine fitil olmuş
olan bir şeyi yakaladı.
“Esen gidesin yavrum.”
“Neden gedeyim anam.” sordu elindeki.
“Varmak lazım yavrum.”
“Ne için anam?”
“Ya edeceksin yeniden veya güdeceksin.”
“Ben mi anam?”
“Sen değil bu sefer dik kulaklı, şekil
günahlı, senin alındığın burada vurulan hazne ile kopardığı yere tutukludur o.”
Elindeki sustu bir süre söyleyemedi bir
şey.
“Hatırlamak zordur, taşırken hepsinin ahını
ve unuttuğun şey olacaktır ki senin soracağın. İlk var, sonrası bulunur.”
“Ana, görecek miyim seni?”
“Biz yekpare bittik, edemezsen de
özlemezsin beni.”
Kadının
elindeki uzun bir hal aldı, boyutları duyulara sığamayacak kadar oldu bir anda.
Bütünlüğü yakacak bir alev sardı etrafı ve kesin bir hamle ile gerçekliğin
içine atıldı.
.....................
Uzundu alacağı menzil ama o bilmezdi
uzunu, henüz bilmezdi. Var olalı asırlar belki binyıllar olmuştu ancak,
gerçekliği sadece saniyeler ile tatmıştı. İlk önce bir şey kavradı ama ne
olduğunu anlamadı. “Bir şey bir şey” dedi ismini söyleyemedi. Aklına sular
geldi, adını bilmediği halde, saydam gövdelerini nasıl da büyük bir hışımla
kayalara vurdukları canlandı zihninde. Beyaz köpükler doldu gözlerine, sonunda şelalenin ağzına varınca uçurum gördü yüzü. Düşüyordu, anladı o düşüyordu. Ne garipti! ne
garipti düşüncesi… Genişçe demenin kifayetsiz olduğu bu karartı içinde düşüyor, her alem, her anda onu
çevreliyordu; türlü kumaşlar gibi üst üste katlanıyordu izlediği görüntüler ve
her birinin içinden çıkan iplikler tekrar bir düzleme geriliyordu tek bir
saniye için, tezlikle yırtılıp katlanmadan önce. Bekledi ve bekledi, algısal dikiş tezgahında saniyeleri izledi. Anladı ki zaman vardı, geçiyordu ve o
bekliyordu, bir şeyi bekliyordu. Ancak nasıl da saçılıyordu zaman her yöne ve her
şekilde düzensiz bir biçimde. Her kumaşla birlikte farklı sekiyordu tezgâhın
üstünde. Bir anda algısal tezgah
gerilmiş bir kumaşa yapıştı, sarıldı ve sevişmelerinin ardından daha aydınlık
bir karartı çıktı. Zaman delice hareketini kesip doğruldu tek yöne yürümeye
başladı. Garip geldi ona oldukça garip, nasıl bir düzendi bu ne farkı vardı
diğer kumaşlardan anlamadı, aynı içini saran bir şeyin ne olduğunu anlamadığı
gibi.
Salise içinde yıldızlar çalındı gözüne
ve bütün kütleleriyle cennetler içinde gezinen gök cisimleri. Hepsinin saran
küçük iplikler kısalmıştı artık, kumaş yekpare bir hal almıştı. Binlerce ve
milyonlarca şey gördü henüz bu kumaşın içinde görülmeyen ve hepsinin
düşünceleri çalındı zihnine. Karanlık ve
aydınlık gibi yetersiz olan kemerin üzerine gerilmiş her türlüsü yerleşti algısına
bir saniye daha içinde. Yalnız düşüyordu halen ve düşüyordu nereye olduğunu
halen bilmeden. Sonunda sonsuz farklı büyüklüklerde, korkunç iştahlı
olduklarını hissettiği karanlıklardan birine yöneldi menzili. Yaklaştı ve
yaklaştı, büyüdü daha da içindeki bir şeyi. Sonsuz sayıda demet olmuş renk renk
cisimlerden biri canlandı aklında. Saydam vücudun kayalarla vuruştuğu yere
gidiyordu tam olmasa da.
Bir küre gördü, biliyordu ki küre
değildi gördüğü. Tekrar düşünceler bağırdı ona bu küreden yükselen. Fakat
hiçbiri, hiçbiri farkında değildi kürelerinin üstünde gezinenin, onu
gölgeleyenin. Anladı sonunda nereye gittiğini, hızlı şekilde çarptı gölgenin
kaynağına. Eski bir duvardı yıktığı: kendinden, alındığı kuyudan hatta ki
kumaşlardan bile eski. Zamanın rotasıyla birlikle sarhoşluk geçirip gönül
eğlendirecek ve sonra da küsüp evine almayacak kadar eski. Çarptığı anda
yarığın içinde bitti her düzün ve her yol; içindeki o şeyde vurdu kafasına,
zihnine, algısına, aklına. Ancak söylemesi için tek bir saniye kadar daha düşmesi
gerekiyordu. Düştü… Kalkmaya yeltenmeden önce kendine bir şey açıkladı. O ağlıyordu
ve gülüyordu, canı acıyordu ve kızıyordu, korkmadığı için kızıyordu,
özleyeceğinden korkmadığı için.
Yorumlar
Yorum Gönder