Sıfır Günlüğü: Elçi -V-
Bileklerinde kalan son kuvveti ona yaklaşan
kişiden uzaklaşmak için kullandı. Ancak nafile, pirinç taneleri ile ölçülebilecek
kadar kat ettiği uzaklık bir adım içinde kapatıldı.
“Hayır” diye geveledi düşünmeden.
“Kir” dedi ona tepeden bakan kadın. Çevresindeki
beyazlık artık daha seçilir olmuştu, gürleyen ateşin içinde yürüyordu ve saçları
alevler gibi beyaza boyanmıştı. Al ipekten bir kaftan giymişti, elinde ucu gümüş
ateşten kesilmiş mızrağını taşıyordu. Gözle görülmez bir hamle ile ucunu
göğsüne dayadı. İnanılmaz bir acıydı tenine yayılan, ilk hissinde bile olmayan
gücüne rağmen yerinde hoplamasına yetmişti.
“Dur, dur, dur dur dur” bağırdı her seferinde
sözcük biraz daha anlamını kaybetti. Kadının yüzünde merhamete dair bir ifade
belirmedi, kaşları o kadar büyük bir öfkeyle çatılmıştı ki gördüğü şey yerde
yatan biri değil, sanki kenara atılmış bir çöp parçasıydı. “Dur” kelimesini her
işittiğinde olmayan sabrı daha da tükeniyor ve kehribar renkli gözleri açılıyordu.
Ne yaptığını bilmeden çaresizce bir adım daha
geri sürükledi kendini. Kadın mızrağını omzunun üstüne kaldırıp gerindi, kalbinden
geçen mükemmel bir çizgi seçti gözleri, kesin bir hamle ile hayatını
kaybedeceğini hissetti. Ne olduğunu bile anlamadan ölecekti, adını bile bilmeden…
Aklında yankılanan tek kelimelik soruyu sormak istedi ancak hissettiği dehşet
buna izin vermedi. İstemsizce ellerinin kaldırmaya çalıştı, teslim olmasının
hiçbir anlam ifade etmediğini bilirken.
Kadın bir adım daha attı ona doğru, büyük bir
hırsla kilitlenmiş gözleri beklenmedik şekilde daha da aşağıya baktı. Şaşkınlık
doldurdu ifadelerini. Biri yaşadığına şaşkındı şüphesiz, diğeri üzerine adım attığı
şeyin merakına düşmüştü. Kadın yavaşça eğilip yerdeki keskiyi eline aldı.
Taşlamalarındaki parlaklık iyice artmış kendisinden saçılan ateşe baş koyacak
kadar dirayete ulaşmıştı.
“Bu mu, anamın armağanını savuşturan?” sordu
önünde yatan adama.
O soruyu anlayamadı ilkin, ancak cayır cayır
yanan ateş yüzüne doğrulunca cevap vermeye çalıştı.
“Bilmiyorum, ar-arma-armağanı” çıkardı kuru
boğazından sözcükleri zorla. Kadın mızrağı biraz daha yaklaştırdı ona sordu:
“Bu mu, bunu savuşturan” dedi sert tonla.
“E-Evet, o sa-sanırım”
Kadın mızrağı çekti üstünden. Diğer eliyle de bıçağı yoklamaya başladı. İşlemelerin
üzerinde parmaklarını gezdirdi. Taşlamalarında bir şey yazılıydı, harfleri
tanısa bile anlamsız sözcüklere benziyordu.
“Ne yazıyor üstünde?” diye sordu adama. Bir
şey diyemedi ancak cevap vermesi gerektiği barizdi.
“Bir şey mi yazıyor?” sordu, kadının ekşiyen ifadesini
görünce tonunun yanlış anlaşıldığını anladı, hızlıca ekledi “Bilmiyorum, benim
değil. Bir ağacın gövdesinde buldum.”
“Nasıl?”
“Saplanmıştı öyle, bilmiyorum gerçekten ne
yazdığını be-”
Kadın hafifçe tebessüm etti ancak hissettiği
şeyin mutluluk olmadığı belliydi. “ve inanacak mıyım sana, sen değil misin
yarım gün ormandan beni gözleyen?” kadın hızlıca adamı yakasından tutup kaldırdı.
“Söyle!”
Tenine yayılan bir sıcaklık vardı ancak,
sinirleri etini kızartan bu ateşe tepki vermeyecek haldeydi.
“Ba-bak, buldum.” Zorla elini kaldırdı
kumsalın girişinden aşağı uzanan ormanı gösterdi. “Buraya bir g-gün uzakta
buldum. Sonra buraya geldim, iz-lere bakarak.”
Kadın ilkin anlamadı adamı, sonra onun arkasına
bakınca hatırladı göğe sıkışmış yıldırım parçalarını. Bir daha etrafına baktı, denizin
suları onları bir duvar biçiminde çevrelemiş hareketsiz duruyorlardı. Tekrar adama
döndü, yüzünde gördüğü şey yalan söylemediğine onu ikna edebilirdi ancak
çevresine yaydığı kiri de görebildiğinden dinlemenin ne gibi sonuçları
olacağını biliyordu. Adamı yere bıraktı, tuttuğu elini turuncu bir ateş, yüzünü
el yıkayan birinin tiksintiden kurtulma çabası sardı.
Çevredeki ateşler yavaş yavaş kayboldu,
kadının saçları ala çalan bir renge büründü. “Gidelim madem göster.” Dedi. Bunu
yapmaması gerektiğini biliyordu ancak bir şey fazlaca yanlış hissettiriyordu, gerçi
bunu söylemeye hakkı olmayabilirdi.
“Tamam” başını salladı hızlıca.
“Ancak yalansa…” kadının tekrar eline aldığı
mızrak gümüşten bir ateşle bitti tekrar.
İkisi de konuşmadı sessiz dakika boyunca.
Adamın gözlerinde bir karartı vardı halen, kadın ise pus dışında bir şey göremiyordu
ona baktığında. Bir tiyatro sahnesi kuruldu o anda ve bilinmesi gereken kötü
hislerinin ne olduklarını sorguladı ikisi de.
Yavaşça yerinden kalkmaya çalıştı, ancak bu
mümkün gözükmüyordu.
“Bana birkaç dakika ver.” Dedi.
Kadın çömelip oturdu.
Batmayan güneş sudan duvarlar arasından geçip
uzun gölgelerini buharlaşmış okyanusun bu cebinde kalan kirli camlarla
pürüzlenmiş tabanına yansıttı. Uzaktan bir duman yükseliyor ve bacağı halen kanıyordu.
Gün 1 K.S.
Gün 7