Tanık


     Çocuktum.

     Çocuktum ve Maria Geçidinin önüne serdikleri şehirde, ablam ile küçük bir evde yaşıyordum.O zamanlar yıkıntılar yoktu tabi yada her üç adımda bir "şu köşeden çıkan yaratıklar beni öldürecek mi?" diye de korkmazdık.Normal bir şehir vardı şu anki yıkının yerinde. Zengini ve fakiri bol karışıktı; taş yollar, devasa malikaneler yanında geçilmez ara sokaklar,yarım kalmış binalar kompozisyonu; hayatın her yolundan gelmiş birileri bulunurdu şehirde."Renkliydi" diyebiliriz. 
         
     Bizim mahalle ise ,tabi o da diyebilinirse, küçüktü; öyle şimdi ki gibi molozlardan adım atılmaz değildi ama kimse altın varaklı tavanlar atında da yaşamıyordu.İşte küçük iki katlı evimiz buradaydı.Üst katında biz yaşardık,alt katında ise ablam yaşında bir delikanlı. Mahallemizin yumak gibi sokaklarının batısına doğru bir de kule vardı. Maria'ya giden dört büyük yoldan birinin tam üstünde.Bir saat kulesi olacakmış ancak yarım bırakılmış ,tabi saati eksik. Tavanıda... Nedense geceleri hiç serseri çekmezdi ama.Muhtemelen kimse neden hala orada olduğunu bilmiyordu. Şehrin siluetinin içinde kısa ince bir çizgiydi çoğu için. "Gitmeye değmez."; birinci yol üzerinden görünmüyordu belki de...
           
     Benim zamanımın çoğu orada geçerdi.Hatta orada uyurdum bile; yatacak bir yerim olmadığından değil...Macera olsun diye. Dolayısıyla az da azar işitmedim, ama nafile ben geceyi illa orada geçirirdim.Şimdi düşündüm de çok ağrıtmışım ablamın başını...
            
     Bir de bi kız vardı... Bilirsiniz ya, çocukluk aşkı derler. Öyleydi ve maceranın da bir parçasıydı kendisi. Aslında tek arkadaşım oydu, onunki de bendim sanırım. Oraya onu görmeye giderdim, o da beni görmeye gelirdi. Yorgunluktan bayılacak kadar oynardık aramızda ,bağıra çağıra; kule de yüksekçe olduğundan bizim bağrışmalarımız çok gitmezdi sokağa yada giderdi de insanlar meyhaneden çıkmış sarhoşlar bağırıyor sanarda umursamıyor olabilirlerdi. "Günün sonunda" yarım kalmış çatıdan yıldızları izlerdik birlikte.Ardından uyurduk sarmaş dolaş. Naifçeydi, biraz "büyük" yetişkinleri taklit ederdik belki de ve saftı ama mutluydum...
                                                                 
                                 ***************
              
     Yine bir gece vakti evde değil, kulenin tepesinde oturuyordum. Havanın sıcak olduğunu hatırlıyorum; yazdı muhtemelen, oranın geceleri çok sıcak olur yazın. Fakat bu defa yalnızdım. Akşamdan beri bekliyordum fakat gümüş gözlü aşkımdan haber yok. Merak ettim haliyle, genelde akşam saatleri gelirdi; ama ne bir ses ne bir seda... Herhalde bugün gelemeyecekti yada sonunda ailesine yakalanmıştı. Ardı ardına kaç gündür geliyordu, haliyle yaz tabi iki çocuğun elinde sınırsız bir vakit...Üzülmüştüm, fakat biraz daha beklemek istedim nedense.O gelesiye kadar etrafa bakınmaya karar verdim:

Yarım yamalak taş duvarlar ortasında büyük bir dairesel boşluk,

Gıcırdayan yer tahtaları, 

Küçük bir ahşap dolap içinde de benim getirdiğim "çarşaf", onun getirdiği "yorgan", 

Dar çekmecelerde birkaç çuvaldız iğnesi, iki büyük bez, 4 çeşit iplik ;hepsi dibinde kalmış kalacak. Yeni bir şey yok evimizden aşırdıklarımız vardı. Canım iyice sıkıldı. Hava da sıcak hele gecesi daha da beter... Evime dönüp uyumaya karar verdim. Keşke vermeseydim.

Keşke...
                                                               
                                 ***************
               
     Uyandığımda hava yarım aydınlıktı. Akşam güneşi giriyordu pencereden. Hava ağırdı ama sıcaktan değil, puslu gibiydi neredeyse...Bir bağrışma duydum, gelen ses tanıdıktı:

"Ne yani, şimdi ölmeye mi gideceksin?"

"Ölmeyeceğim."

"Saçma davranıyorsun! Birbet geçidini aşan bir sürü, tanrı bilir ne olduklarını, bize doğru geliyor. Maria birliği harekete geçmeyecektir bunu sen de biliyorsun."

"Evet."

"Anlamıyor musun? Bu eski antiklerde okuduğumuz aptal efsanelerden biri değil; seni tek başına gördükleri anda lime lime edeceklerdir, şu gerzek kahramanlık fantezilerini bir kenara bırak artık!"

Sessizlik...

"Ne yapayım peki? Hı? Maria geçidini kapatacak kadar zamanları olmadıkları açık! Bir süre için bile olsa direnişle karşılaşırlarsa, en azından üçüncü yol üzerindeki tüm insanlarla birlikte Maria kapanabilir ayrıca Tunç Zırhlıların başındaki mahlukların beni ilgilendirmediğini biliyorsun, Birbet aşıldıktan sonra g*tünün üzerinde oturduklarına göre burayı ölüme terk ettikleri belli değil mi? Ben ölürsem en azından bu s*ktiğimin şehrindeki insanlar kurtulabilir, hem benim 'gerzek' fantezilerimden kurtulmuş olursun!"

Ani bir ses yükseldi...Azarlanırken hep bana atılacak diye korktuğum tokat başkasına gitmişti.

"..."

"..."

     Kapı aralandı, hemen ardından büyük bir şiddetle çarpıldı.Bir süre hiç ses gelmedi aşağıdan, yine de yerimden oynayamadığımı hatırlıyorum.Ses çıkartmaktan korkmuştum nedense.Sonrası merdiven basamaklarının gıcırtısı, ve kapımın hiç açılmadığı hızla açılışı izledi sessizliği, bu kadar büyük bir gürültüyle açılabildiğini bilmezdim...Daha da önemlisi ablamı, hiç bu kadar sinirli görmemiştim...Ağzını açtığında ağlayacağımdan emindim, çok ama çok emindim, ancak öyle olmadı:

"Zamansızlar... Birbeti aşmışlar..." dedi sakin bir sesle, titrerken...

"Çok yakın bir sürede burada olacaklar...Şimdi ablanı dinlemeni ve ablanı dinlemeni istiyorum...Geceleri hep kaçtığın saat kulesi var ya, oraya gideceksin; içeri girecek, sürgüyü çekeceksin, ardından o lanet dolabı devirecek ve ben gelene kadar sakın ama sakın oradan çıkmayacaksın!" dedi elini yüzüme koyarken...

"Anladın mı?"diye sordu bana bakarak...Beni bıraktığında "Git!" dedi. Ben de gittim... Koştum, hayatımda koşmadığım kadar hızlı koştum; kafam bomboş şekilde, aklımda koşmak dışında bir şey olmadan. Sonra vardım kuleye, dediği gibi yukarı çıktım, kapıyı açtım...
                                                       
                                 ***************
     
     Yerde biri vardı, tanıdığım biri vardı.Peki neden yerde tanıdığım biri vardı? Sırtı bana dönüktü.Yüzüne akşam güneşi vuruyordu. Sırtının gölgesine doğru uzanan, güneşin altında parlayan bir renk vardı, kırmızı bir renk...Göğsümde bir ağrı hissetmiştim.

"Hayır" diyebildim sadece sesim titreyerek.

Derin bir pençe izi bana, ben de ona bakıyordum. Gözümden bir yaş süzüldü, ardından bir tane daha, göğsümde bir acı hissetmiştim. Yanına koştum, gözleri halen açıktı...Bana baktı "Özür dilerim" dedi.Neden, özür diledi? Hayır özür dilememeliydi, hayır neden dileyebilirdi ki?.. Yaz mevsiminde bir çocuğun ne kabahati olmuş olabilirdi?

"Hayır" dedim hıçkırarak...

Zorlanarak bir nefes daha aldı, hafifçe şişti göğsü tekrar, "Abimi tanıyorsun..." dedi nefes verirken."Abimi bulmuştum..." dedi gri gözlerini kapatırken...Göğsü indi tümüyle.
                  
     Nefes alamadığımı hatırlıyorum, hiç bir şey yapamadım, sesim bile çıkmamıştı. Şimdi...İnsanlar böyle mi ölüyordu? Çocuklar da mı, böyle ölüyordu? O da mı böyle ölecekti? Hayır, o ölmüştü...O böyle ölmüştü! Onun yerine de ben ağlamıştım, ne yapsaydım bez mi bassaydım yarasına, çuvaldızla dikilir miydi pençe yarıkları? Ağabeyi mi? Ağabeyi kimdi, o dikebilirdi belki de. Ölünün yarası dikilirse ne olacaktı peki? Tabutu açık mı gömülecekti?..  
                 
     Bağırdım, sanırım... Bağıran ben miydim bilmiyorum ama bir ses vardı, yüksekti, benim sesimdi, benim boğazım acıyordu ama ben miydim bilmiyorum...Bir daha, bir daha, bir daha; sesim kısıldı ama kısılan benim sesim miydi bilmiyorum... Birkaç dakika için kainattaki bütün sesler kısıldı, sağır kaldım ancak yine ben bozamadım sessizliği, bir kükreyiş bozdu; boğuk, leş, kalleş bir kükreyiş... 
                  
     Arkamdaki koca delikten aşağı bakınca, akşam güneşinin altında, midemi kaldıran kapkara mahluklar gördüm, halka şeklinde dizilmişlerdi...O hayırsız p*ştların ortalarında hırpalanmış bir herif duruyordu. Çok seçilmiyordu hatta kendisi bile simsiyah kesilmişti neredeyse, hafif bir mavi, soluk bir de turuncu gözü alıyordu sadece...

"Abi...si..."

                                                           Hikaye Birahanesi

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Duvar

Bir Baltaya Sap Olmak

Dik... Kıymık